Sarıgerme Kaşifi
November 15th, 2004
08 temmuz 2004
işlerin gayet yolunda işlediği son derece akıcı, hızlı, problemsiz ve eğlenceli bir geziydi. Birkaç gündür patlak duran iç lastiği değiştirirken kısa süre içinde bisikleti ve macerayı ne kadar özlediğimi anladım. Tabiki ertesi sabah güneş doğarken yollara çıkacaktım.
Son derece sakin başladı gezim. Ekipman tamamdı, kask, gözlük, dijital fotoğraf makinesi, mp3 olayı, su, yama takımı, yedek iç lastik, kimlik, cüzdan … Daha yeni yeni uyanan insanlar arasından asfalta karıştım. Trafik yok denecek kadar azdı, sadece birkaç araba, onlar da belki ya servis araçları yada ne bileyim ekmek götüren araçlar olabilir, yoksa daha mantıksız bir nedenden dolayı yatakta değil de asfaltlarda olmak akli dengenin biraz da olsa bozulmuş olduğuna delalet.
Daha ısınmadan hızlı gitmeye başladığım için biraz üşüdüm, madem ısınmadığım sürece üşüyeceğim dedim, o zaman bir an önce ısınmam lazım diyerek iyice pedallara yüklendim. Bu süratle son derece harika bir ayçiçeği bahçesinin önünden geçerken duramadım. Sadece hareket halinde fotoğrafını çekmekle yetindim. Yeşil ekinler ve çeşitli meyve bahçeleri arasından ilerledim. Fevziye nehri köprüsünden geçtim. Bir gün gelecek ve ben bu nehrin yatağından bir aşağı bir de yukarı bisikletle gideceğim, ama ne zaman… Ufak bir yerleşim birimi, birkaç market, etraf bomboş. Hızla yoluma devam ediyorum ve kilometreler artıyor. Bir bisikletli amcanın yanından vıjt diye geçtikten sonra birkaç araçla daha karşılaştıktan sonra Sarıgerme mevkine geliyorum. Tatil köyleri, inşaat halindeki villalar, pansiyonlar ve plaj. çevredeki en eğlenceli kumsallardan biri Sarıgerme ancak son derece dalgalı. Genelde sabah saatlerinde denizin çarşaf gibi olması beklenirken, burada neredeyse sörf yapacak kadar dalga var (sallama, salladın) Tesisin bekçi kulübesi boş, ben de dolayısıyla ne para verip ne de bisikleti içeri almayacağı için adamla kavga etmekten kurtuluyorum ve direk pedallıyorum. Ama son derece sessiz olmalıyım çünkü sağ tarafımda daha yeni uyanmış olan küçük geyikler yada ne biliyim ceylanlara benzeyen yaratıklar var. Tek bildiğim süper sevimli ve uyuşuk olmaları. Muhtemelen etrafta zıplayarak gezen tavşanlardan hiçbirine dikkat etmediğim için rastlamadan ilerliyorum. Åöyle bir tur atıyorum. Birkaç fotoğraf çekiminden sonra Kardeşim bu kadar dalga da ayıp oluyo ama haa!… diyerek sitem edip ortamdan kaçıyorum. Tesislerden çıktıktan sonra bu kadar asfalt yeter diyerekten toprak bir yola sapıyorum ama son derece geniş bir yol. Birkaç insanla karşılaşıyorum, toprak yoldan ilerliyorum. iyice tenhalaşınca biraz durup, mola veriyorum, bir elma yiyorum (ne alakaysa) Orijinal ortamlar buralar gerçekten, eğlenceli fotoğraflar çekiyorum. Biraz daha ilerleyince sanki bir çöle gelmişim gibi süper kum tepecikleriyle karşılaşıyorum. Bisikletle biraz ilerlemek istiyorum ama nafile, kuma batıyorum tabiki. Saf ve sade fotoğraflar için harika bir an, değerlendiriyorum. Kum tepeciklerini, tek ağaçları kullanarak organize ettiğim perspektif hoşuma gittiği anlarda deklanşore basıyorum (Bu da yeni çıktı) Hede hödö derken ortamdan bayıyorum ve denize doğru vuruyorum. önce bilmem ne arıtma tesislerini görüyorum ve sonra hafiften gelen pis kokunun nedenini anlıyorum, bir an önce gaza basıp, uzaklaşıyorum. Son derece bozuk yoldan aşağı doğru iniyorum, etrafımda yoğun bitkiler olduğu ve taşlar rahat bırakmadığı halde hızla denize ulaşıyorum. Ani bir frenle beni boğacak kadar derin ve bataklık olduğunu tahmin ettiğim denize uçmadan duruyorum. [ Bak şimdi, elmayı burada yiyecektim, kafam sapıttı yukarıda kimbilir nerede yedim o elmayı, hayır 2 tane almıştım ama burada yedim, şimdi neden size yalan attım ki, suçunuz ne? işte böyle birisi bu adam, bırakın yahu kardeşim okumayın böylelerini, okudukça yüz veriyorsunuz, aynı zımbırtılıkları tekrar tekrar yapıyor. ]
Elmayı yiyorum, afiyet olsun diyorsunuz, acayip hoşuma giden ve şu anda da bir tanesinin arkaplanımı meşgul etmekte olduğu sandallı ve masmavi denizsel fotoğraflar tıklıyorum. Rüzgar arkamdan öyle kuvvetle esiyor ki, denize uçuracağından korkuyorum, biraz tırstıktan sonra Kardeşim iyi ki bi rüzgarın var, pöfür pöfür esiyor maşallah diye sitemi çakıp, ortamdan uzaklaşıyorum. Geldiğimden geri kalmayan bir hızla yukarı tırmanıyorum, Bir sürü gereksiz ayrıntıyı tekerlerimin altında ezip ilerliyorum. Arıtma tesislerine saptığım yerden bu sefer sapmayıp daha da ileriyi keşfetmek için atılıyorum. Ufak bir çocuk bisikletle geliyor Abicim, bu yol nereye gidiyor? gibilerinden artık banallaşmış ve laf olsun diye denilesi cümlelerden sarfediyorum. Küçük çocuğa, bana yardım etme ve bilgisini paylaşmanın o engin hazzını yaşattıktan sonra teşekkürü basıp, pedal ediyorum. Git gide daha da abzürd cümleler kurmaya başlamamda daha bu geziden şu anda yeni gelmiş olmam ve soğuk bir duş etkisi yapan soğuk bir duşun ardından bunları yazıyor olmam olabilir. Herneyse, diyorum yoldan devam ediyorum. Akdeniz evleri midir nedir, oraya geliyorum, bir eleman elinde su şişesi koştura koştura geliyor, içimden Koş bakalım, anca gidersin! derken kafamı Eyvallah anlamında hafifçe aşağı indirip kaldırıyorum. Vilların önündeki güvenlik görevlisiyle Nerden gelip, nereye gidiyon muhabbetlerinden sonra ne taraftan gitmem gerektiğini anlıyorum, teşekkür edip tekrar pedalara basıyorum. Dar ve virajın diğer tarafını görmeyen kayaların etrafından keskince kıvrılan yolda adrenalini bol olacak hızda ilerliyorum. Yorulduğumda su içmek için duruyorum ve tozutarak, tarlayı süren bir traktörün fotoğrafını çekiyorum. Biraz ilerledikten sonra bir traktör geliyor karşıdan, işimi garantiye alıp bisikleti kenara çekiyorum, geçerken de selam veriyorum ki , ona güvenmediğimi sanıp da gücenmesin amca diye. Böyle birçok insanı değerle taçlandırdığım gezimin muhteşem büyüsünü tabiki gözüme kaçan bir sinek bozuyor. Kardeşim hadi anladık, sineksin, göze kaçarsın, ama benim anlamadığım gözlük takılıyken nasıl oldu bu iş? Vardır bunda da bir hayır diyerek pedallıyorum. Yol dar olduğu ve ben de, karşıdan gelen arabalar da hızlı olduğu için santim farkıyla 2 araba atlatıyorum ama aynı şekilde ben de onlar da hem dikkatli hem de kendi taraflarımızdan ilerlediğimiz için ciddi bir problem olmuyor.
Aha, yine Fevziye nehrine ulaşıyorum ama ilk gördüğüm yerden denize doğru uzanan kısmının (geldiğim tarafa doğru akıyor) çok ilerisindeyim. Sarıgerme den itibaren ilerlediğim toprak yol önce toprak-asfalt karışık derken artık tamamen asfalta dönüşüyor. Vitesleri biraz daha ağırlaştırıp, ortalamayı yükseltiyorum ben de. Nehirle beraber kıvrıla kıvrıla geldiğim güzergahta biryerlere ulaşınca gezim bitiş sinyalleri veriyor, ben de kazasız, belasız, patlaksız, manyaksız, köpeksiz bitirdiğim bu neredeyse kusursuz gezim için şükrediyorum.
Burak Bakay
Köşedeki tüm yazılar :