Bahçedeki, kaldırım kenarındaki, her gün işe-okula giderken sürekli yanından geçtiğimiz ağaçları ne derece tanıyoruz? Hangisi meşe, ardıç kimdir, akasya neye benzer biliyor muyuz? Benliğimizin tarihimizin parçası haline gelmiş söğütleri, çınarları "işte" diye bir çırpıda gösterebiliyor muyuz?
Orman Genel Müdürlüğü küçük, şirin bir sayfa hazırlamış. Türkiye'de en çok görülen 22 ağaç türünün resimleri var:
http://www.ogm.gov.tr/agaclar.htm
Aşağıda da OGM'nin sitesinde olmayan, ama yaşadığım yerde bolca bulunan, çocukluğumun bir kısmının tepelerinde tırmana düşe geçtiği ağaçlar var:
Akasya (bunlara tırmanılmaz gerçi ama her yere dikiyorlar)
Söğüt (okul bahçesinde üç tane söğüt vardı, ortaokulda en sevdiğimiz mekanlardandı. Hem dalları fazla yüklenmezseniz sizi rahat taşır hem de gölgesi serin olur. Rüzgarda da enfes bir hışırtı çıkarır)
Dut Ağacı (iki tane vardı bizim orada. Okul çıkışlarında yapraklarını toplardım, ipek böceklerine verirdim. Bizim mahallede bir çok çocuğun ipek böcekleri vardı, beslerdik. Beyaz dut verirlerdi, çok lezzetli olurdu. Duyduğuma göre belediyeler çevreyi kirletiyor diye bu ağaçları kesiyormuş. Çevreyi kirletmeden kasıt, dut olgunlaşınca ağacın dibine düşer, dalları da çok uzun olur, yere kadar değer bazen. İşte ağacın altı bir hoş olur, dut dolar taşar, karıncalar toplanır, şire şire oluverir. Çok severdik biz çocukken dut ağaçlarını, şimdi sanırım ikisini de kesmişler)
İncir (Zibil gibi var.. İncirlikleri demiyorum, sağda solda sahipsiz yüzlerce incir ağacı vardı. Çıkıp toplayıp yemesi çok zevkli olur. Ama incir ağacı şireli olur, hem kaşındırır da.)
Zeytin (Pek görülecek bir şeyi yok aslında. Hep tozla kaplı gibi dururlar, bir de ben bunlara ilk çıkmaya çalıştığımda garip garip böcekler görmüştüm, ısınamadım bir türlü. Zaten dağda bayırda olanları haricinde hep küçük, ufak, sık dallı ağaçlardır.)
Ardıç (resimdekine benzeyen, biraz daha uzunca bir ardıç ağacı vardı; bir ardıç da okulda vardı. İkisine de çok çıkmışızdır, hele okuldakinin dalları kocaman ve sıktı; uzanıp yatarak kitap bile okunuyordu. Hatta plastik sandalye geçirmiştik bir iki dalına. hey gidi günler, iki ağacı da kestiler yıllar önce)